Dünyanın geleceği aydınlık mı karanlık mı?
Şöyle bir geriye dönüp bakınca, aklıma yıllar önce okuduğum Arthur C. Clarke'ın RAMA isimli bilim kurgu eseri geliyor. RAMA, Dünya'da 21. yüzyılın sonundan itibaren birkaç yüzyıl kadar devam edecek ciddi bir karmaşadan bahsediyor. Şöyle ki, din savaşları, sahte peygamberler ve termo nükleer savaşa kadar sürüklenecek bir gerginlik dizisinin yanında, katledilen masum insanlarla dolu bir geleceği resmetmiş Arthur C. Clarke.
Yılbaşı gecesini kana bulayan, Nice ve Berlin'de masumların üzerine kamyon ile dalan, havaalanlarında masumlara ateş eden, tren istasyonlarına bombalar patlatan vahşetin ilerki boyutlarını RAMA'da bulabilmek mümkün. "Yok artık, bu kadar olmaz" dediğim birçok kurgu, maalesef bugün gerçek oldu.
İkinci Dünya Savaşı'ndan bugüne kadar yapılan zalimlikler, toplu cinnetler ve diğer hareketlerin sayısına bakıldığında, bundan sonrasının nasıl yaşanacağını tahmin etmek aslında güç değil.
Bunların hiçbiri, basit zekâların ısrar ettiği gibi petrol, altın, enerji, vs değil. Bahsedilenler sadece araç. Amaç başka. Amacın ne olduğunu anlamak için bugüne kadar öğrendiklerinizi unutmanız gerekiyor. Eski bilgiyle yeni planı anlamak mümkün değil.
Gelelim Türkiye'ye...
Dolar/TL'deki hareketi normal karşılamak gerekiyor. Bunca sıkıntının yaşandığı bir ülkede ulusal paranın değer kazanmasını beklemek hayalperestlik olur. Tüm olumsuzluklara rağmen, Türk para ve sermaye piyasalarının sorunsuz çalıştığının altını çizmek lazım. Bunun sebebi de şu: Türkiye'de bankacılık ve finans yüzyıllara dayanan bir maziye sahip. İmalat sanayi ise 60 yılı daha yeni doldurmuş durumdadır. Reel sektörün geleneklerinin oturmasına daha 100 yıl varken, bankacılık ve finansın olgunluğa eriştiğini söyleyebilirim.
Sanayici kimlik bunalımları yaşarken, finans kesiminin soğukkanlı bir tavır takınarak mesafeli olmasını yadırgamamak lazım. Ayrıca 2001'de yaşanan finansal kriz hafızalardan silinmemiş olduğu için Bankacılık ve Finans kesimi, reel sektör gibi Ankara'ya bel bağlamaz. Önce kanunlara, sonra mevzuata, nihayetinde de pratik gerçeğe bakar. Dolayısıyla siyaset ne kadar yüksek perdeden konuşursa konuşsun, yukarıda bahsettiğim çerçevenin dışına çıkmaz.
Türkiye'de reel sektörün ayakta durması için teşviklerden çok daha fazlası gerekmektedir. Devlet, Bankacılıkta ve Finans'ta gösterdiği düzenleyici otoriteyi reel sektör ve tüketiciler tarafında gösterememektedir. Çoğu zaman rekabete aykırılıklara göz yumarken, bazı zamanlarda bizzat kendi elleriyle rekabeti engelleyici davranışlarda bulunmaktadır.
Şunun bilinmesi gerekiyor. Adalet sadece mahkemelerde aranması gereken bir durum değil. İş dünyasında, sivil toplum kuruluşlarında, işletmelerde, spor kulüplerinde de keyfi davranışlar ve kararlara çokça rastlandığı için, Türkiye gibi ülkelerde "güvensizlik" hem sebep hem de sonuçtur. Güvensizliğin yaygın olduğu yerlerde düzensizlik olur. Trafikte, süper markette, işte, okulda veya evde, bireyler sürekli haklarının yeneceğini düşündüğünden, önce davranıp herkesten önce başkalarının hakkını yerler. Dolayısıyla organize olamayan bireylerin oluşturduğu karışıklığı çözmek için ciddi mesai harcanır.
Sonuç olarak, böyle ülkelerde ulusal paranın ve fiyatların istikrarlı olması pek mümkün değildir.